Ertuğrul Özkök: Nüfus artış hızı niye binde 1’e düştü, “Dilber”in dansı niye 1 numara oldu?

Ertuğrul Özkök | Zamanın Ruhu 

Geçtiğimiz hafta 4 Şubat günü hayatımızda çok önemli bir “şey’in” 20’nci yıl dönümüydü…

Facebook’un…

O gün, bütün insanlık tarihinde, bütün insanların hayatına eski bir kelime, yepyeni bir anlamla girdi.

“Paylaşım…”

Ama başında bir kelime daha vardı:

“Sosyal…”

Yani sosyal paylaşım…


Recep Tayyip Erdoğan

AKP’nin 20 yılı, aynı zamanda Facebook’un da 20 yılıydı

Şimdi elinizdeki her şeyi bırakın.

Bir kenara şunu yazın:

20 yıl…

Yani AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar yılları…

Şöyle 3 dakika boyunca “sosyal paylaşım” denilen yepyeni ilişkiler sistemi yaratan bu teknolojinin hayatımızda neleri değiştirdiğini düşünün.

Siz düşünün…

Çünkü 21’inci yüzyılın siyasetçileri bunu hiç düşünmedi.

Şimdi gelin, 4 Şubat’ı izleyen hafta neler oldu ona bakalım

Üç dakikalık düşünce egzersiziniz bitti mi?

Öyleyse gelin bu 4 Şubat gününü, yani Facebook’un kuruluşunun 20’inci yıldönümünü, izleyen bir hafta içinde neler oldu size bir de onu hatırlatayım.

Mesela sadece önceki gün…

O gün önümüze öyle iki rakam geldi ki…

Koskoca Türkiye, 1 yılda sadece 92 bin kişi arttı

Bir: Türkiye’nin 2023 yılı sonu itibariyle resmi nüfus istatistikleri yayınlandı.

2023 yılı sonu itibariyle nüfusumuz 85 milyon 372 bin 377 kişi olarak belirlenmiş.

Bir önceki yıla göre nüfusumuz sadece 92 bin 824 kişi artmış.

İnanılmaz bir rakam bu…

Nüfus artış hızımız bir yıl içinde binde 7.1’den binde 1.1’e gerilemiş.

Erdoğan, “3 çocuk”, o da yetmez 5 çocuk dedi ama

İyi de hani, nerede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o, “3 çocuk yapın” kampanyaları…

Hatta o da yetmedi “5çocuk yapın” bastırmaları…

Demek ki halk, Cumhurbaşkanını zerre kadar dinlemedi, dikkate almadı…

Oysa Cumhurbaşkanı “Nüfusumuzun artması gerekir” derken haklıydı.

Ama sosyolojinin kanunları, AKP yönetiminin kanunlarından daha güçlüydü.

Dilber’in Ankara dansı güya “ahlaksızdı” ama

İki: aynı gün Box Office, 28 Ocak-3 Şubat 2024 tarihleri arasında geçen son iki haftada en çok izlenen TV dizilerinin reyting sıralamasını açıkladı.

  1. İnci Taneleri, 57 reyting
  2. Kızılcık Şerbeti, 86 reyting
  3. Gönül Dağı, 04 reyting
  4. Kızıl Goncalar, 97 reyting…

Ya Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi? Onun reytingi ne oldu?

Peki iktidarın TRT eliyle tarihin en büyük kampanyalarından birini yaptığı, Türkiye’de bütün şehirlerin billboardlarını baştan aşağı tanıtım reklamlarıyla donattığı Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi dizisi…

Hem de Gazze katliamının tam da başında, duyguların en yüksek olduğu günlerde yayına giren bu dizi…

Dokuzuncu sırada.

Demek ki halk, iktidarı ve trollerini hiç iplememiş

İlk sıraları Türkiye’nin seküler hayatının ve hayat tarzının filmler, eleştirel dozu giderek artan diziler aldı.

Şimdi dikkat…

İnci Taneleri ve Kızıl Goncalar, iktidar blokunun ve trollerinin savaş açtığı iki dizi…

Demek ki halk, iktidarı ve trollerini hiç iplememiş.

Eee hani nerede o “Dilber’in dansını” yerden yere vuran muhafazakar ahlak muhafızları?

Aynı günlerde Atatürk’e minnet duyanların oranı

Aynı günlerde Metropoll Araştırma Şirketi bir anket yayınlıyor:

Türk halkının Atatürk konusundaki duyguları…

Yüzde 80’den fazla bir bölümümüz şu cevabı vermiş:

“Minnet duyuyoruz.”

Yirmi yıldır televizyonlarda konuşan “güya” din adamlarının Atatürk’e karşı hislerimizi insafsızca zedelediği bu 20 yılda, halkın vefa duygusunun geldiği nokta bu.


Gazze

“Gazze’den göçmen almayın” diyenlerin oranı bir ayda ne kadar değişti?

Gazze konusuna gelelim.

Dünyanın önde gelen kuruluşlarından İPSOS, ocak ayı içinde Filistin konusunda yaptığı ikinci anketi yayınladı.

En önemli soru şuydu:

Türkiye, Filistin’den göçmen kabul etmeli mi?

(*) Kasım ayında halkın yüzde 54’ü “Göçmen kabul etmesin” diyordu.

Aralık ayında bu oran yüzde 59’a çıktı.

(*) Kabul etmeli diyenler, kasım ayında yüzde 25’ti. Aralıkta yüzde 20’ye düştü.

Gazze, Türk halkının yüzde kaçı için çok önemli bir mesele?

İktidara yakın devlet medyası, ekim ortasından beri inanılmaz bir Gazze kampanyası yapıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bizzat çok güçlü bir tavırla bu konuyu hem Türkiye’ye hem dünyaya taşıdı.

Ama sonuç bu…

Gazze, Türkiye’de halkın ancak yüzde 20’sinin “çok önemli” bir meselesi.

Cumhurbaşkanı ne kadar güçlü bir “tek lider?”

İşte bu noktada artık yavaş yavaş şu soru insanın aklına geliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ne kadar güçlü bir “tek adam?”

“Tek adam” diyorsam, Anayasa’nın çizdiği başkan profili, Cumhurbaşkanı’na bu gücü verdiği için…

Cumhurbaşkanı Erdoğan çok güçlü…

Çünkü onu güçlü kılan üç özelliği var.

Erdoğan’ı güçlü kılan 3 gerçek

(*)Bir: Yirmi yıldır seçim kazanma kabiliyetini göstermesi ve bunun sonucunda devlette çok güçlü bir ağırlığının bulunması.

(*)İki: 2017 Anayasası’nın yarattığı kontrolsüz, sorumluluksuz “güçlendirilmiş başkanlık sistemi…”

(*)Üç: Tabii ki siyasetteki tartışılmaz başarısı, retorik gücü ve ayakta kalma kabiliyeti.


Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan

Ama şunu bilelim: Bu güç devlete sahip olma gücüdür

Evet bu güç, “Devlete sahip olma gücüdür.”

Bu güçle bütün kızdıklarınızı, rakiplerinizi hapse attırabilirsiniz.

İhaleleri istediğiniz yere verdirebilir, istediklerinizi cezalandırabilir, istediklerinizi ödüllendirebilirsiniz.

Türkiye’yi uluslararası sözleşmelerden tek başınıza çıkarma kararı alabilirsiniz.

Ya mutlak ideolojik güç? O ne kadar oluyor?

Ama bu güç katiyen bir “mutlak ideolojik güce” dönüşemiyor.

Yirmi yıldır giderek muhafazakarlık dozunu arttıran ve giderek Türkiye’ye daha İslami bir yapı vermek isteyen bir iktidarın yönetiminde yaşıyoruz.

Peki Türkiye bugün “daha Müslüman” bir ülke mi, halkı bugün daha mı dindar?

Her gün ahlaki normlardan, değerlerden, İslami değerlerden, “milli ve yerli” değerlerden oluşan bir ideolojik bombardıman altındayız.

Diyanet İşleri Başkanı, çocukların cumartesi günlerini bile camilerde geçirmesi için kampanya yapıyor.

Ülkenin her yerinde devasa camiler inşa ediliyor.

İyi de kim çıkıp bize “bugün Türkiye’de ahlak ve değerlerin 20 yıl öncesine göre daha kuvvetli olduğunu” söyleyebilir?

Öyleyse camiye giden insan sayısı azalırken, kadın programlarını seyreden artıyor

Kim çıkıp bize “Son 20 yılda camilere giden, oruç tutan, beş vakit namaz kılan insan sayısı arttı” diyebilir?

Öğleden sonraları iktidara yakın televizyonlarda seyrettiğimiz ve büyük reyting alan kadın programlarında ahlaki meseleleri tartışan başı örtülü kadın sayısı azalıyor mu, artıyor mu?

Tartışılan konular toplumun “milli ve yerli” değerlerini yansıtıyorsa eğer…

Toplum artık ahlaki ve İslami değerlere sahip olmanın baştaki örtü, surattaki sakal ve eldeki tesbihle alakalı olmadığını her gün görüyor.


Hindistan Başbakanı Narendra Modi

Ama bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil

Şunu da söyleyeyim.

Bu sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil.

Bütün dünyada popülist, güçlü tek lider rejimleri giderek yaygınlaşıyor, ister Müslüman, ister Yahudi, ister Hristiyan olsun siyasetin dili giderek dinsel olarak radikalleşirken, dinden kaçış hızlanıyor.

Bir zamanlar hepimiz dünyada radikal olmayan, barışçı olan iki inancın Budizm ve Hinduizm olduğunu sanıyorduk.

Ama Myanmar’daki olaylar ve son olarak Hindistan’da Modi’nin yarattığı tek adam sisteminin Hindu dinini bile ne kadar radikalleştirdiğini, barışçıllıktan uzaklaştırdığını görüyoruz.

Ve işin tuhaflığına bakın ki, 5 milyon Filistinlinin yaşadığı Kudüs’te, bir cami için dünyayı ayağa kaldıran Türkiye; 200 milyon Hintli Müslümanın en kutsal ibadethanelerinden birinin yıkılıp yerine Hindu tapınağı yapılmasına tek kelime edemiyor.

Babür Cami’nin yıkıntısı üzerine kurulan tapınağın adı ne?

200 milyon Müslüman’ın yaşadığı Hindistan’da, Müslümanlara ait bir caminin yıkılıp, yerine dünyanın en büyük Hindu tapınağının dikildiğini geçen hafta hep birlikte üzüntüyle izledik.

Üstelik de tapınağın adı bizim Ayasofya’ya çok benzeyen bir isimdi.

“Ayodya…”

Bizim için de düşündürücü, değil mi?

Güçlü popülist liderler devleti ele geçirebiliyor

Sonuç…

Güçlü tek adam, tek parti yönetimleri, devleti ele geçirebiliyor.

Ağır bir ideolojik iklim yaratabiliyorlar.

Ama bilelim ki, en ağır ideolojik iklim bile teknolojinin, hayatın, hayat tarzlarının yarattığı iklim kadar güçlü olamıyor.

Sovyetler Birliği, 70 yıl boyunca insanlık tarihinin tanık olduğu en güçlü ideolojik devleti kurdu.

O ideoloji, Berlin’de bir gecede duvarın altında kaldı.

Çünkü en güçlü ideoloji, hayatın ve o hayatı yaşama biçimimizin yarattığı azimdir.


Berlin Duvarı | Fotoğraf: AA

Odamın en mutena köşesindeki taşın arkasındaki üç imza

Onun için bugün çalışma odamın en mutena köşesinde Alman dostum Kai Diekmann’ın bana hediye ettiği bir taş parçası duruyor.

Yıkılan Berlin Duvarı’nın bir parçası bu…

Arkasında da üç kişinin imzası var.

ABD Başkanı Bush

Almanya Şansölyesi Kohl..

Ve Glasnost’u yaratan Gorbaçov

Dünyanın 1950 ile 2000 arasında yaşadığı en özgür dönemin son 3 lideri…

O üç imzalı taşa baktıkça şunu düşünüyorum

Ona baktıkça şunu düşünüyorum:

Hiçbir otoriter rejim sonsuza kadar yaşayamaz.

Çünkü artık “sosyal paylaşım” çağındayız.

Herkes, kendine örülen “duvarların” arkasında ne var biliyor, görüyor, paylaşıyor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir